İlayda AKPINAR

İlayda AKPINAR

Mail: ilayda@6317haber.com

Acı ve Burun

Acı ve Burun

      Uzakta çok uzakta bir köy varmış. Bu köyün adı burnu sızlayangiller köyüymüş. Bu köyde herkesin bir anda burnu sızlayıp gözleri doluveriyormuş. Hiç kimse nedenini tam olarak anlayamıyormuş. Ne zaman toprağın bol, sessizliğin hakim olduğu yerlerde gezinseler bu his daha da artıyormuş. Gözlerini dolduran bu hissin nedenini bulup bir an önce çözümü için bir şeyler düşünmek istiyorlarmış. Düşünmüşler, düşünmüşler. Mevsimler, mevsimleri kovalamış aylar koşmaktan yorulmuş, günlerinde olan bitenden haberi olmamış. Hala gözleri dolduran bu acının sebebini bulamamışlar. -Toprağın ne garezi var yahu bize, gözlerimiz sürekli doluyor, sebepsiz ağlayıveriyoruz.- diye dövünüp duruyorlarmış. Dağ gibi adamlar başak gibi eğilmeye başlamış, kara kara saçlara kar yağmış. Uzaktan olan biteni izleyen, aynı şeylerle sınanan ve nedenini bulan bir garip konuşmuşkendi kendine -duyan olmasa da- :

        -Bunca göz yaşı kaynağını coşturan duygunun adı acı olmalıydı. Ve pek tabi özlem. Toprağa kavuşan sevdiklerimizin kokusunu duyuyor olmalıydık toprakta. Her toprak görüşümüzde burnumuzun direğinin sızlaması ve gözlerimizde çağlamayı bekleyen ırmakların harekete geçmesi bu yüzdendi.Özlüyorduk, ve cüssesi büyük adamlarda olsak çocuklara yakıştırdığımız ve zayıflıkla damgaladığımız o ağıtı yakıyorduk. Özlemek ve gelinmeyecek yere gidenleri beklemek, burnunun direğini sızlatırdı insanın. Koca koca dağlara yüklesen, oyuk oyuk düşerdi taşları. Şimdi zayıflayan imanlarımıza, cılızlaşan omuzlarımıza sevdiklerimizin acısını yüklenip, biraz ağlayıp biraz sızlanıp yol almayı öğrenmeliydik. Hatta içimizden taşan o sevgimize rağmen bir mezar taşına, bir vesikalığa, tebessüm ettiren bir kaç güzel anıya razı olmalıydık. Kokusunu sevdiğinin toprağını da sevmeliydin bu imtihan ve kulluk için geldiğimiz hayatın akışıydı. Asıl sızı kalpteydi ama biz daima burnumuzu suçluyorduk. Bunun gibisiyle yeni yeni sınanıyorduk. Öğrenecektik. Gülerken ağlamayı,küçücük omuzlarımızda -bitip gitse de- bir tabutu ömür boyu taşımaya devam etmenin yükünü öğrenecektik. Bir kalbimiz olduğunu ve bu acının oradan taşıp her zerremizi harekete geçirdiğini anladığımızda, esen rüzgarı bile saklamak isteyeceğimizden haberimiz yoktu. Çünkü giden gelmiyor, hiçbir anın tekrarı olmuyordu. Şimdi vesikalığı cüzdana yerleştirip, bir çiçek ekeceğiz sevdiklerimiz için. Çiçek büyüyecek, vesikalıktaki gülümseme ve sevgimiz baki kalacak.

 

Garibi dinlemeyenler bu hikayeyi ancak yaşayarak öğrenecek olanlarmış. Halbuki kulak verselermiş her anın kıymetini bilirlermiş. Köy halkı neden bulamamış, ağlamaktan gözleri kızarmış, her gidenin ardından pişmanlık türküleri yakmış ve yılları böyle devirmişler.

Makale Yorumları

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar