Dilruba DAYAN

Dilruba DAYAN

Mail: dilrubadayan@gmail.com

ÂDEM OLMAK

ÂDEM OLMAK

 

İnsanın hayatı boyunca içinde bulunduğu en büyük uğraşlarından biri, bir yerlere gelme çabası olmuştur. Gayret eder, dişini sıkar, çalışır bunun için. İşini şansa bırakmaz, iyi bir işe, iyi bir eşe, iyi bir kazanca, hayırlı evlat statüsüne, akıllı bir evlada… sahip olmak emeliyle didinip durur. Bu isteklerinde yaşadığı toplumun büyük etkisi vardır. “Adam” olması beklenir kişiden, toplum nezdinde. O da, “Adam” olmak vaadiyle yola çıkar. Kadın-erkek fark etmeden “insan”ın üzerinde durduğu bu husus, hayat boyu kendi yolunun üzerine yine kendi eliyle koyduğu koca bir taştır aslında. “Adam olmak” kaygısı.

Bir düşünelim. Genelleme yapmadan göz ucuyla bile olsa kendimize baktığımızda bu kaygının bizim hayatımızın içinde de yer edindiğini rahatlıkla görürüz. Ailemizin, akrabalarımızın, arkadaşlarımızın, okuldaki öğretmenlerimizin, arkadaşlarımızın, işimizde patronumuzun/üstlerimizin/iş arkadaşlarımızın…. Kısacası çevremizdeki insanların bize dair beklentileri ve tutumlarından oluşan, sırtımıza yük edindiğimiz “kabul görme kaygısı” hayatımızın her yerinde kendini gösterir. En basitinden yolda gördüğümüz herhangi bir insanın bile gözünde küçültücü bir ifade görmek bile bizim için kötüdür. Bunu kötü olduğu için değil, toplumun anlayışına ters düşğümüz için, yaptıklarımız farklı görüldüğü ve ötelendiğimiz için kötü görürüz. Bizim şartlarımızda olmayan insanların bizi yargılamalarına üzülmemiz, arkamızdan söylenen asılsız sıfatlara iç geçirişlerimiz… Toplumun ve önemsediğimiz insanların gözünde “adam” olana kadar devam eder bu tedirginliğimiz. İnsanların yargıları, bizim endişelerimiz ve kendimizi paralamamız bitmez. Ta ki kimliğimizi kim ve ne için şekillendireceğimizi anlayıncaya dek.

Adam, kelime anlamıyla insan, aklı başında insan, güvenilir kimse anlamlarına gelir.  Ancak son zamanlarda dillere iyice pelesenk olmuş bu kelimenin kökeniyle toplumdaki kullanım alanı taban tabana zıtlığa düştü. Ve adam tanımımız insanlığımıza da sirayet ediyor. Yumruğuna güvenen, hak veyahut haksızlık gözetmeden her kavgaya girişme kapasitesi olan hER kişiye, eşine sözünü şiddetli tepkiler göstererek dinleten her erkek yahut kadına, nereden ve nasıl olduğu bilinmeden azımsanmayacak çoklukta para kazanan, insanların arasında sözü geçtiği… varsayılan kimselerin toplum içinde “adam” olarak anılma yanılgısı yüzünden kelime, asıl anlamını ve özünü yitirdi. İnsan olmak, yani Âdem olmaktan türeyen adam kelimesi, adamlık müessesesi adı altında çıkar göz ardı edildiği zaman ismini duyuramayan bir terim oldu.

İnsan olmayı Allah için bir yaşamda yeniden düzenlemek, adam olmanın esaslarını onun dininden almak, insaniyetin örnekliğini onun örnek şahsiyetler olarak seçtiği peygamberlerden alıp kullanmak toplumun üzerimize yüklediği baskıdan bizleri kurtarmaz mı? Rahat bir nefesi bize nefesi üfleyen kaynaktan almak… Ve onun bizi yarattığı halde kalmak kaygısına düşmek, bizi “adam” yani “Âdem” yapmaz mı? Âdem, başka bir deyişle söylersek saf/asıl/bozulmamış insandır. Ve bu hususta Hz Âdem bizim için en başlıca örneklerdendir.

Bizim adam olmayı Âdem olmakla nasıl bağdaştırdığımıza eğilmeden önce Hz. Âdem, yani YüceRabbimizin yeryüzündeki ilk halifesi ile ilgili bazı ayetleri hatırlayalım:

“Hani, meleklere: "Âdem’e secde edin" demiştik. İblisin dışında (hepsi) secde etmişlerdi. Demişti ki: "Bir çamur olarak yarattığın kimseye ben secde eder miyim?" (İsra 61) Hazreti Âdem meleklerin secde ettiği insandı.Onu meleklerin ve şeytanın karşısında üstün konuma getiren, bilgisiydi. Allah Âdem’e (asm) bilmediklerini öğretti, onu meleklerin ve şeytanın karşısında âlim yaptı. O bu Rabbani bilgiyi kullandı, şeytan dışında oradakiler de Âdem’e (asm) secde etti. O şeytan değil miydi, aczini kabul edip secde etmesi istenen ama bunu yapmayan, üstüne bir de üstünlük taslayan? Âdem’in (asm) ise herhangi bir büyüklenmeye girmeden yalnız Rabbinin buyruğuna boyun eğmesi, Rabbinin ona bahşettiği bilgisini kullanarak cenneti hak etmesi bizler için derin bir örnektir.

Âlemlerin Rabbi Allah’ın bize verdiği ilmi ve nimetleri kibre kapılmadan, kendi aklımıza güvenmeden yalnız O’nun yolunda kullanmanın adıdır Âdem olmak, insan olmak, adam olmak. Bu noktada Enfal Suresi’nin 17. ayeti oldukça manidardır. Peygamberimiz (s.a.v) zamanında yapılan ve zafere ulaşılan savaşlar hakkında inen bu ayet, insanın elindeki maharetin, bileğindeki gücün, bedenindeki kudretin kaynağının yalnız Allah azze ve celle olduğunu bir kez daha hatırlatıyor: “(Savaş esnasında) Onları siz öldürmüyordunuz, Allah öldürüyordu. (Düşmana atılan okları) siz atmıyordunuz, Allah atıyordu ki, böylece Allah inananları güzel bir sınavla denemiş oldu. Şüphe yok ki Allah her şeyi işiten ve her şeyi en iyi bilendir.” (Enfal 17)

Ve dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz de oradan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz." (Bakara 35) Hazreti Âdem’in bu imtihandan galip çıkmaması şeytanı sevindirse de, Âdem(asm) Rabbinden ümidi kesenlerden olmadı. Şeytanın vesvesesiyle cennetten dünya imtihanına gönderilmesine sebep olan hatayı yapmak, Âdem (asm)’ın tevbe edip yeniden Rabbine dönmesine engel değildi. Zira Rabbin gazabından sığınılacak en iyi yer yine Rabbin merhametidir. Bir sıkıntı gördüğümüzde, bir hata yaptığımızda, bir şeylerin altından kalkamadığımızda başvuracağımız ilk merci Yaradanımız olmalıdır. Haddizatında, Hz Âdem(asm) da bunun bilincindeydi. “Âdem daha sonra Rabbinden bazı sözler öğrendi (ve onlarla Rabbine tevbe etti), Rabbi de onun tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri daima kabul edendir ve çok rahmet sahibidir.” (Bakara 37)

Âdem aleyhisselam ilk insan, ilk peygamber, ilk eş, ilk baba olması hasebiyle birçok yönden insanların en büyük örneklerinden biridir. Onu bu noktaya getiren şeyse, yaptığı her şeyi, Âlemlerin Rabbinin rızasını kazanmak için yapmış olmasıdır. Nitekim bu durum ondan sonra gelen peygamberler için de geçerlidir. Peygamber olmak yalnız Allah’ın kelamını, vahyini, dinini insanlara taşımak değil, insanlara o dönemin güncel örnek insanını, şahsiyetini de sunmaktır. İnsanlar peygamberlerden hayatı öğrenir, insanın duruşunu öğrenir, üzüntünün ve sevincin ön izlenimini ilk onlardan görür ve uygularlar. Çünkü en nihayetinde peygamberler de bir insan, bir kuldur. Allah’ın rızasına her daim ram olmak isteyen kullar. “Sen onların söylediklerine karşı sabret ve Bizim güç sahibi kulumuz Davud'u hatırla; çünkü o, (her tutum ve davranışında Allah'a) yönelen biriydi.” (Sad 17)

“Güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u da hatırla.”(Sad 45)

İçinizden Allah’ın lütfuna ve ahiret gününe umut bağlayanlar, Allah’ı çokça ananlar için hiç şüphe yok ki, Resûlullah’ta güzel bir örneklik vardır.” (Ahzab 21)

Adam olmanın, daha doğrusu insan olmanın Âdem olmakla ilişkisi yalnızca tek bir cinsiyet için geçerli olan bir durum da değildir. Günümüzde adam olmayı birçok şeyle bağdaştırdığımız gibi toplum olarak bunu bir de “erkek olmak” adı altındaki kalıba atfediyoruz. İnsan olmanın aslında cinsiyetle hiçbir ilişiği yoktur, çünkü Hak nezdinde ameller önemlidir, cinsiyetler yahut ırklar, diller değil. Ayrımı yapan Rabbimiz değildir, toplumlardır, insanlardır, ideolojilerdir.  “Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah'a ve Resul’üne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe 71)

Bizleri Allah indinde üstün kılan, Rabbimizin bize verdiği nimetlerin kıymetini bilmek ve onun istediği şekilde onları kullanabilmektir. Bu nimetlerin bize dünya üzerinde kazandırdıklarıyla gururlanmadan, elimizde olanın da olmayanın da Allah’tan geldiğini bilerek, hataya düşğümüzde af dileyeceğimiz tek sığınağın Rabbimiz olduğuna kalpten inanarak, onun bize rehber olarak verdiği kitabın ışığında hayatlarımızı aydınlık tutarak, yine Rabbimizin bizlere gönderdiği peygamberleri kendimize örnek seçip davranışlarımızı düzenleyerek bizler deyim yerindeyse “meleklerin secde edebileceği bir insan” olmaya yaklaşırız. Yani Âdem olmaya, adam olmaya. 

İnsan olarak yaratılmanın insan olarak kalmaya yetmeyeceği bir zaman dilimindeyiz. Toplumların yönelişleri, eğildikleri, söyledikleri Allah’ın kelamından, onun dininden, onun peygamberinden ilham alınmadan sarf edildiği sürece kıymetsizdir, kendi içinde kendini tüketmeye de mahkûmdur. Bizi insanlığımızdan uzaklaştıran, birilerinin güdümü altında tutan, falancanın istediği, filancanın sevdiği şey olmaya zorlayan toplumsal algı hakiki olmayan ve sonu gelmeyen bir algıdır. Rabbimizin bahşettiği, bizde görmek istediği, bize insanlık vasfı veren şeyler ise hem fazlasıyla kıymetlidir, hem de üzerinde durmadığımız, onları koruma altına almadığımız zaman da geçerliliğini yitirme özelliğine sahiptir. Onun bize insaniyetimizi korumamız için kılavuz olarak tayin ettiği yüce kitaba, yeryüzünü yarattığı ilk zamandan bu yana insanlara doğru yolu göstermekten başka gailesi olmayan peygamberlere uymak ve Yüce Rabbimizin bize emrettiklerine ve yasakladıklarına dikkat etmek bizi bu dünya üzerinde insan, adam yapacaktır biiznillah. Bunların dışında kalan tüm uğraşlar, kaygılar, çırpınmalar boşunadır, yalnızca ruhumuzu daraltacaktır. Ve asla unutmayalım ki, aslımıza, yani Allah’a dönmemiz, dünya üzerindeki savaşı insanın ayağını kaydırmak olan şeytan için, en büyük yenilgi olacaktır. Ancak şeytana galip gelmekten çok bizimkisi, Rahman ve Rahim olan Rabbimizin rızasına erişmek gayreti olmalı. Galibiyeti verecek olan yalnızca odur. Yeter ki biz onun bizim için çizdiği yoldan gitmek isteyelim, bu yolda çabalayalım.

Dilruba

 

 

 

 

Makale Yorumları

  • Zülal15-11-2020 16:03

    Çok güzel günümüzü özetleyen bir yazı olmuş yazarın kalemine kuvvet.:)

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar