Kemal TÜRK

Kemal TÜRK

Mail: hayati2215@hotmail.com

Bazı Hatalar Bekâ Sorununa Yol Açar

Bazı Hatalar Bekâ Sorununa Yol Açar

Em.Kur. Alb. İrfan Paksoy Hocam şöyle diyor:

Osmanlı'da tımar sistemi bozulunca çözülme de başlamıştır. Kısacası hak edilmeyen zenginlikler toplumun yapısını bozmuştur.Konuyu (kullanımı belli bir bedel karşılığı reayaya -çiftçiye ve köylüye- ait olsa da mülkiyeti devlete ait olan arazi anlamına gelen) mirî arazi rejimi bağlamında değerlendirmek isabetli olur... 
Osmanlı arazi rejiminde dönüşüm süreci coğrafî keşiflerin tetiklediği Ticaret Devrimi nedeniyle 16. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak 19. yüzyılın son çeyreğinde İmparatorluğun ekonomik bağımlılığını da beraberinde getiren süreçte Batı kapitalizminin etkileriyle ortaya çıkmıştır. Bu dönüşüm sürecinin etkileri, Osmanlı toplumunun geleneksel yapısını da çözüp dağıtmıştır. 
Bu dönüşüm sürecine katkıda bulunan birçok iç ve dış etken vardı. Bunların arasında devletin Avrupa ticareti ile bağlantılı olan üç değişiklik, hayatî bir önem taşıyordu:
- Bunlardan ilki Avrupalıların Ümit Burnu yoluyla Afrika'nın kıyılarından dolanarak Hindistan’a ve Uzak Doğu’ya giden yolu keşfetmeleri nedeniyle, Avrupa'nın Doğu ile lüks mallar (baharat, ipek, kahve) ticaretinde Akdeniz'in öneminin büyük ölçüde azalmasıdır. Böyle olunca bu transit ticareti kolaylaştıran devlet konumundaki Osmanlı Devleti, transit ticaret gelirlerinin (gümrük ve ticaret gelirlerinin) önemli bir bölümünü yitirmişti
- İkinci olarak keşifler yoluyla Amerika kıtasından Avrupa'ya akan büyük miktardaki İspanyol altın ve gümüşü, sadece Avrupa'da fiyat devrimi olarak bilinen enflasyona yol açmakla kalmayıp ticaret aracılığıyla Osmanlı fiyatları üzerinde de enflasyonist bir baskıya yol açmıştır. 
- Üçüncü etken ise özünde bu fiyat yükselişinin ve Batı Avrupa ticaretinin değişen çehresinin bir sonucudur. Bu süreçte, fiyatların çok düşük kaldığı Osmanlı Devletinden, başta buğday (tahıl) olmak üzere her türlü gıda maddeleri ile çeşitli dokuma sanayi (pamuk, yün, ham ipek ve boya gibi) hammaddelerinin bu maddelerin fiyatlarının arttığı Avrupa-Atlantik ekonomik bölgesine doğru adeta emilmeye başlaması ve devletin özünde bir hammadde kaynağı durumuna dönüşmesi söz konusu olmuştur. Bu süreci tersine çevirmek için Osmanlı'nın gösterdiği tüm çabalara karşın (fiyatların sabit tutulması, stratejik tahıl ihracatının yasaklanması vb.) kaçak ticaret geniş çapta artarken tarım ürünlerinin iç fiyatları da hızla yükselmiştir. 16’ncı yüzyılda başlayan bu olumsuz şartların etkisiyle bir yandan Osmanlı dış ticaret dengesi bozulmaya başlamış, diğer yandan yurt içinde bir hammadde kıtlığı yaşayan ve ucuz Avrupa mallarıyla rekabet edemeyen yerli zenaatlar gerilemek zorunda kalmıştır. 
Osmanlının araziye bağlı ekonomisini çözücü bu etkiler, en çok devlet maliyesi ile buna bağlı olarak Osmanlı tarım ve arazi rejiminde kendisini hissettirmiştir.
16. yüzyılın ikinci yarısından itibâren tehlike sinyalleri veren devlet bütçesinin geniş ölçüde sarsılmasının temel nedeni kamu giderlerinin hızla artmış olmasıdır. 
Mîrî arazi rejiminin çözülmesine etki eden faktörler arasında 16. yüzyılda ülkenin nüfusunun yaklaşık iki kat artmış olmasından da çok Avrupa askerî teknolojisindeki değişimdir. Osmanlılar bazı ye-nilgiler sonrasında modern savaşın; barut, tüfek, ağır top ve hepsinden önemlisi eğitimli ve disiplinli sürekli ordulara dayalı olduğunu anlamışlardır. Osmanlı ordusunun geleneksel gücü olan timarlı sipahiler, bu yeni savaş tarzı karşısında yetersiz kalınca ateşli silahlarla donatılmış, eğitimli meslek ordusunun (İstanbul'daki kapıkulu ocaklarının) asker sayısını ve bütçesini sürekli olarak artırmak gerekmiş, bunun giderek artan malî yükünü karşılama ihtiyacı; timarlı sipahilerin çeşitli nedenlerle tasfiyeye uğramasının ve dirlik gelirlerinin Hazineye aktarılmasının bir sebebi olmuştur. Ayrıca, ya-pılan savaşlar yenilgiyle sonuçlandıkça, askerî seferler Hazine için artık ganimet ve gelir kaynağı olmaktan çıkıp, bir yük oluşturmaya başlamıştır. Böyle olunca modern bir daimî orduyu finanse etmek, esasında tüm arazi sistemini kökünden değiştirmekle aynı anlama gelmiştir.
Gerçekten de uzun süre Osmanlı ordusunun ağırlık merkezini, bağlı olduğu sistem gereğince, devleti daimî ve ücretli bir ordunun ağır malî yükünden kurtaran timarlı sipahiler oluşturmuştur. Yaşanan olumsuz şartlar, 16.  Yüzyıl sonlarından itibâren bu örgütün bağlı olduğu timar rejiminin anlamını yitirmesine ve yeni bir statüye geçilmesine yol açmıştır. Bu yeni statünün gerekçesini, doğ-rudan doğruya Devlet Hazinesinden üç ayda bir maaş alan kapıkulunun sayıca artmasının Hazineye yüklediği büyük malî yükte aramak gerekir. Osmanlı Devleti’nin geleneksel arazi rejiminin temellerini yerinden oynatan da budur. 
Bir taraftan askerî işlevini yitirmekte olan timarlı sipahi teşkilâtının yerini alan ve ücretleri merkezden ödenen bir ordunun yol açtığı harcamalar, diğer taraftan da enflasyon nedeniyle devlet gi-derlerinde meydana gelen büyük artışlar Osmanlı Devleti’ni, bu giderleri karşılayacak yeni kaynaklar bulmaya zorlamıştır. Bu aşamada ilk akla gelen yol ise savaş ve dış ticaret gelirlerinin azalması nedeniyle köylüye yüklenmek olmuştur. Bu sebeple, vergilerin türü ve miktarı artırılmış ve vergi top-lama yöntemlerinde (dolayısıyla mîrî arazi sisteminde) köklü değişiklikler yapılmıştır. Bu değişiklikler Osmanlı toplum yapısının temel niteliği olan mîrî arazi ilişkisinin tümüyle çözülüp dağılması ve yeni bir şekle dönüşmesiyle sonuçlanmıştır.

Yavuz Yıldar Hocam da şöyle diyor:
Osmanlı'da iktidar değişimi kansız veya sorunsuz olamadığı için devlet büyük  güç kaybetmiştir.

Avrupa'nın gelişmesine paralel olarak, eğitim sisteminde, devlette ve Ordu'da zamanında reform yapılamamıştır.

Özellikle gayr-i müslim tebeanın Hristiyan ülkelerin kışkırtmasına maruz kalması ok önlenememiştir.

Din adamları bilimsel gelişme ve çabalara destek değil köstek olmuştur.

Avrupa'nın 1700'lü yıllarda yakaladığı bilimsel gelişme, tarım ve sanayi reformu hiçbir zaman yakalanamamıştır.

Ordu zamanında modernize edilememiş, şeyhülislâmlar dahil bürokratlar ile birlikte darbelerle padişah devirmek alışkanlık hâline gelmiştir.

Bu alışkanlık Cumhuriyet döneminde de yakın zamana kadar devam etmiştir.

Padişahların sefere çıkmak yerine haremde vakit geçirmeleri, padişah anaları ve eşlerinin devlet idaresine karışmaları, rüşvet ve yolsuzluk, sancak beyleri, kadılar vb neredeyse bütün görevlilerin rüşvetle atanması, devleti çürütmüştür.

Avusturya Macaristan, İngiltere ve Rusya'nın Osmanlı Devletine karşı müşterek savaş açmaları sonun başlangıcı olmuştur.

Nihayet önce gayr-i müslim tebeanın kışkırtılması, bağımsızlık kazanması, Balkanlardaki çetelerin tıpkı günümüzde PKK/YPG gibi silahlandırılıp, eğitilmesi, tecavüzler ve katliamlar ile müslüman ahalinin sindirilmesi veya göçe zorlanması ile önce Balkanlar ve Kafkasya, ardından Ortadoğu ve Kuzey Afrika elden çıkmıştır.

Osmanlı devletinin bu çetelere müdahalesi büyük devletlerin tehditleri veya savaş açmaları ile önlenmiştir.

Ermenilerin doğuda Rusya'nın, Adana, Maraş ve Gaziantep'teki Fransa'nın himayesindeki katliamları ile buralarda adeta etnik temizlik yapılmıştır.

İyice güçsüzleşen Osmanlı'nın Mısır, Kuzey Afrika, Karadeniz kıyıları, Kafkasya, Arabistan ve Ortadoğu'daki önemli toprakları İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya tarafından işgal ve ilhak edilmiştir.

Hasılı Osmanlı içten ve dıştan aldığı darbelerle yıkılmıştır.

Tarih ders alınırsa tekerrür etmez.

Allah devletimize zeval vermesin ????

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar