Dilruba DAYAN

Dilruba DAYAN

Mail: dilrubadayan@gmail.com

OKU/MAK

OKU/MAK


En son hangi kitabı okudunuz? İsmi neydi, kapağında ne vardı, içeriği nasıldı, cümleler akıcı mıydı, ne kadar sürede bitirdiniz, sizde bıraktığı izler olmuş muydu… Bir kitabı okumanın gerektirdiği sorular bunlar. Kitabı okumuş olmanın sizde bıraktığı etki, kelimelerinin basmakalıplığı ya da sıradışılığı bir yana, şöyle sualler de ekleyelim: “Kitabın kağıdı nasıldı? Kağıt samandan mıydı, değilse hangi ağaçtan yapılmıştı, tahmin yürüttünüz mü?… Peki ya kitabın kokusu, neye benziyordu, yazılarında kullanılan mürekkepler belirgin miydi, gözü yoruyor muydu yazı şekli, yazı düzeni?…” diğer sorulara nazaran daha maddi sorular gibi görünse de bu sorular, o kitabı hakkıyla okuyan birinde şaşkınlığa sebep olmaz. Bir kitabı okuyan kimse onu her şeyiyle okur. Okumak kelimesinin içini doldurur okuyan.
Gerçekten okuyorsa insan, okuduğu şey yalnızca kitap da değildir. Yüce Rabbimiz ilk vahiyde “Oku, yaratan Rabbinin adıyla!”(Alak 1) derken sadece yazılanları okumayı emretmemiştir. Ümmi bir peygambere (s.a.v) “Oku” emriyle gelen Cebrail’in (asm), Peygamberimiz (s.av)“Ben okuma bilmem” dediğinde onu üç defa takatinin sonuna dek sıkıp bırakmasındaki amaç belki de biraz buradadır. Allah ilk emriyle yalnız peygamberimize değil, bize de gerçek anlamda okumamızı emretmiştir. “Tamam ama neyi okuyacağız?” diye bir soru sorma ihtiyacı duyabiliriz bu aşamada. Neyi okuyacağız, okuduğumuzu nasıl okuyacağız…
Etraflıca bir okumaktır kast edilen. Bütün kainatı ve kainatta bulunan her şeyi hakkıyla okumak. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’i baştan sona anlayarak okumak en büyük misaldir bu okumaya, Rabbimiz onu bize hayatı okuma rehberi olarak vermemiş midir? Yaşamak aynı zamanda hayatı okumak da değil midir? Anlayarak okumak, anladığını uygulayarak okumak, anladığını yaşamak, anladığını yaşayarak anlatmak, okuduğunu gözünün gördüğü veyahut göremediği her şeyde arayarak okumak.
Öyle bir okumadır ki emredilen, insan anlamak isteyerek gökyüzündeki bulutlardan, yeryüzündeki dağlara, taşlara kadar, yaratılmış tüm canlı/cansız her şeye baksa, birçok şey kalır yanına, hatırına, hayatına. “Göklerde ve yerde inananlar için önemli işaretler vardır. Sizin yaratılışınızda ve yeryüzüne yaydığı diğer kımıldayan canlılarda bilenler için deliller mevcuttur. Gece ile gündüzün yer değiştirmesinde, Allah’ın gökten indirdiği rızıkta (yağmurda) -ki, onunla öldükten sonra yere yeniden hayat vermektedir- rüzgârları çeşitli yönlerden estirmesinde düşünenler için alınacak dersler vardır”(Casiye 3-5) Böyle bir okumada alfabeye gerek yoktur, ancak siz okuduklarınızdan size kalanlarla sayısız cümleler kurmakta serbestsiniz.
Kainatı okumak için önce insanı okumak gerekir. İnsanı da bir bebekten okumaya ne dersiniz? O günbegün gelişen bebek deyim yerindeyse bir nevi insan prototipi/küçük insan değil midir? Ve bu bebek, yeni doğduğunda henüz hareketleri bile kısıtlıyken büyüyüp serpildiğinde yaşlı annesini sırtlayacak olgunluğa erişecek. Her gün yeni bir şeyler öğrenecek ve azmiyle beraber o taze aklını da kullanarak öğrendiklerini uygular hale gelecek. Dokunmayı keşfedecek, ardından her türden maddeye dokunmak isteyecek. Öğrendiklerini hayatında bu kadar çabuk uygulamaya çalışması insan için ne de harikulade bir örnektir. Öyleyse bir insanı bir bebekten okuyalım…
Bebeklerin yeni doğdukları zaman henüz gözleri bile tam göremezken annelerinin kokusuna tutunuşlarını okumaya çalışalım ilk olarak. Rabbimizin insanı ne kadar mükemmel yarattığına bir atıf değil midir bu küçük ama güzel detay? Bebek bu hassas koku tanıma düzeneği sayesinde annesi dışında biriyle baş başa kaldığında hemen huzursuzlanır, huzursuzluğun ardından gelen ağıdından anlarsınız ki onun bildiği tek şey annesidir. Dokuz ay boyunca kendisini taşıyan annesi, dünyaya ilk
geldiğinde tek tanıdık olarak yanında bulduğu annesi… Bebeğin annesine olan sadakati parmak ısırtır. Böylesi bir manzarayı okuduğumuzda kendimize pay çıkarabileceğimiz başka yalın bir nokta da şudur: İnsan yalnızlığa duyarlı bir varlıktır. Yalnız olmak kişinin kalbine ağır gelir, üstüne bu yalnızlığını Rabbiyle doldurmadığında enini(çığlığı) ruhunda yankılanır. O insan değil midir ki, kalbini Rabbiyle doldurmadığı vakit kendi dahil, dünya üzerindeki her şey kendisine yabancılaşır? Bebek kendisini annesiyle var sanır. Annesinin kucağında en rahat uykusunu uyur. Öyleyse bu kısımda da diyebiliriz ki, insan da Rabbiyle vardır; kalbi de ancak onu anmakla mutmain olur.
Derken biraz daha büyür o bebek, çocuk olur. Sayfaları çevirdikçe hafızamıza kazınır, onda okuduğumuz en ufak mimikleri dahil her tepkisi. Güldüğü zaman tüm dünya onundur, üzüldüğü zaman bütün dünya onun olsa derdi çare kabul etmez. Onu böyle gördüğümüzde yine kendimizi hatırlamaz mıyız, yani insanı. “Acıdan kurtuluş da, sevincin devamı yine yalnız Rabbimin katında gizlidir,” deriz.
Gelelim çocuğa. Biraz daha büyümüş, annesinden bağımsız hareket edebildiği için yaramazlıkları da artmıştır. Teşbihte hata olmasın, insan da böyledir, Rabbinden uzaklaştıkça yanlışların içinde bulur kendini. Yaramazlık yapan çocuk annesinden hakiki bir sopa yer ağlar, sonra herhangi bir şey onu korkuttuğunda, o yine kendisini az önce döven annesinin gölgesine kaçar; annesinin eteklerine yapışır. Erişkin bir insan da bu davranışı göstermez mi? Kişi, Rabbinin gazabından yine Rabbinin merhametine koşmaz mı?
Yeter ki okumak istesin insan. Küçücük bir bebeğin ağlayışı yahut gülüşü bile kainatı ve kainatın yaratıcısını anlamasına yardım eder. “Sizin için yeryüzünde yetiştirdiği rengârenk çiçekler, ağaçlar, kuşlar, kelebekler ve benzeri göz alıcı varlıklar da O’nun lütuf ve şefkatinin canlı birer şahididir. İşte bütün bunlarda, öğüt almasını bilen insanlar için ilâhî sanatın ihtişâmını haykıran nice dersler ve ibretler vardır!”(Nahl 13) Son bir örnekle tasvir etsek ve desek ki, günümüzde aydınlanması, kendisini yetiştirmesi için çaba harcanan evlatlara annelerinin kurduğu cümleler gözümüze pek manidar gözükür: “Sen yeter ki okumak iste çocuğum! Ben senin için çalışıp çabalar seni okuturum.” Rabbimiz bizim önümüze bunca nimeti serip, onları emrimize verirken, aynı zamanda bizlere bir anne şefkatiyle demez mi ki: “Ey Kullarım! İşte yeryüzü işte siz, size verdiklerimin kıymetini anlayıp bildiğiniz sürece, katımdan indirdiğim kitaba sarılarak doğru yolda yürüdüğünüz sürece benim rahmetim de merhametim de, hem bu dünyada hem de ahirette sizlerle birliktedir!” Bundan daha kutlu bir okuma var mıdır? Peki bu kitabın kağıtları şimdi gözünüzde nasıldır? Nasıl kokar, Allah’ın verdiği binbir türlü yiyecek, güzelliklerle çevrelediği arz? Dünya gözüyle bize bunca ihsanda bulunan Rabbimiz, kim bilir bizleri ahiret yurdunda ne muhteşem şeylerle bekler? Sorular çok, cevaplamaksa yalnız bizim kainatı ve yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’i okuma ve anlama gayretimize kalmış, tıpkı Necip Fazıl’ın dediği gibi.

Soru
Bir yumak gibi hayat, kör düğümlerle dolu
Ömür süreli sınav, sonsuz meçhul sorulu
Avutmak mı kendini, yumakla kedi gibi?
Uyumak mı, ölmek mi? Yokmu kurtuluş yolu

Cevap
Bulunmaz sorulara raflarda bazen cevap
Bulunmazsa raflarda âleme rahmet kitap
Düğümlenmiş kalplere, şaraptan beter şarap
Mü'min'e nur afitap zümrüt köşklerin holü

Necip Fazıl Kısakürek
Mahlas: Dilruba

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar