Dilruba DAYAN

Dilruba DAYAN

Mail: dilrubadayan@gmail.com

SALGIN İÇİMİZDE!

SALGIN İÇİMİZDE!

Salgınla birlikte hayatımızdaki birçok şey farklılaştı. Yeni bir normalimiz oldu, yeni alışkanlıklar edindik, yeni bir mesafe ve temizlik anlayışı hayatımıza karıştı, yeni bakış açıları kuşandık derken hayatımızı salgının ilerleyişine paralel olarak şekillendirdik.Olması gereken bu gibi görünse de, içten içe, bir yerlerde bir şeyleri yanlış yaptık aslında.

Nasıl mı?

Önce size, salgınla beraber izlediğimiz yol haritasını bir özet geçeyim, sonra da nerede yanlış yaptığımızı konuşalım.

Başta okullar da dâhil olmak üzere tüm kurum, kuruluş, bakkal, dükkân, market, mağaza ve benzeri bütün resmi ve resmi olmayan mekânlar çalışmaya ara verdi. Amaç henüz etkileri tam olarak belirlenememiş bu virüsün insanlar arasındaki dolaşım riskini en aza indirgemekti. Çünkü her gün şahit oluyorduk, yetkililer günün belirli bir vaktinde ekran karşısına geçiyor, günden güne artan hasta sayısından, ölenlerden hepimizi haberdar ediyor, mecburiyet olmadığı müddetçe evlerde kalınması gerektiğini ısrarla söylüyorlardı. Sonrasında çeşitli yasaklar ve kısıtlamaların da gelmesiyle bu evde kalma süreci artık mecburi bir hal almıştı. Kısacası bir anda hiç ama hiç alışık olmadığımız bir atmosferin içine girmiştik.

Yetkili kişiler bunun kontrol altına alınacağını, kısa bir süre sonra bundan kurtulabileceğimizi söyledikçe, kendimizi bir anda içinde bulduğumuz bu karantina süreci bizim gözümüzde bir mola, bir dinlenme vakti, kendimize ayırmamız gereken bir zaman aralığıhaline geldi.Bu dinlenme bir noktada gerçekten hepimiz için iyi oldu, diyebiliriz evet. Ama birçok şeyde olduğu gibi bu dinlenme süresi boyunca da bir şeyleri yanlış yaptık ve bunu fark etmedik.

Özeti tamamlayalım: Kısıtlamaların dünya çapında da yaygınlaşmasıyla birlikte salgın artık global bir karantinanın da müsebbibi haline gelmişti/geldi. Planlarımızı ötelememize sebep bu salgındı, sevdiklerimizle aramıza mesafelerden önce bu salgın girmişti, okullarımıza gidemez olmuştuk, neredeyse nefes almamız bile kısıtlanmıştı sırf bu salgın yüzünden.

Şöyle bir düşünüp şunu bir daha irdeleyelim: Gerçekten her şeyin müsebbibi bu salgın mıydı?

Salgın dolayısıyla eğitim hayatımızdan sosyal hayatımıza kadar her şey sekteye uğradı, peki ya salgın öncesinde durumumuznasıldı?

Sevdiğimiz kişilerle, akrabalarımızla, yakınlarımızla görüşemiyorduk, çünkü artık öncelik sağlığımızdı. Peki ya daha önce ne kadar görüşüyorduk? Salgının öncesinde sevdiklerimize ne kadar vakit ayırıyorduk?

Ya aile ilişkilerimiz? Salgından önce nasıl bir boyuttaydı? Daha öncesinde çok iyi miydi de salgınla birlikte kötüleşmişti?

Bunun yanında camilerimize namaz kılmaya bile gidemez olmuş, iftarda sevdiklerimizi evlerimizde ağırlayamamıştık, Hac mevsiminde Harem-i Şerif yapayalnız kalmıştı. Peki ya salgın öncesinde daha mı iyiydi her şey? Dinimize karşı özverimiz çok mu iyiydi de, salgından çıkış yolunu sadece ve sadece üretilecek aşılarda arar olmuştuk?

Çocuklarımızın uzaktan eğitim dolayısıyla ekranlara mecbur kalmış olmasından dert yakınıyorduk… Salgın öncesinde durum farklı mıydı?

Bir şeylerin yoğunluğunun artmış olması, onun daha önceden var olmadığı anlamına gelmiyor. Daha önceden de vardı ki şiddetlendi, öyle değil mi?

Ortada bir salgın var evet, ama hayatımızı bunca salıvermemeliyiz. Bizi insan yapan şeylerden vazgeçmemeli, başımıza gelen felaket ve güzelliklerde Rabbimize hamd etmesini de, yine ondan yardım istemesini de bilmeliyiz.

Salgınla birlikte belirginleşen mesafeler bizleri insanlığımızdan ve kulluğumuzdan da uzaklaştırmamalı. Nihayetinde bu salgın da, bu süreç de Rabbimizin bir imtihanıdır bizler için. Hayatın bir imtihan olduğunu kabul ederken nasıl olur da salgın sürecini bu imtihanın bir molası olarak görmeye devam edebiliriz ki?

Evet, bir moladaymışız gibi davranıyoruz.
Hakikaten, bir moladaymış hissiyle hareket ediyoruz.

Dualarımıza mola, ibadetlerimize mola, öğrenme ihtiyacımıza mola, çocuğumuzun eğitimine mola, sevdiklerimizi arayıp sormaya mola…

Tekil bir hayatın içinde kayboluyoruz. Elimize tutuşturulan ekranlara hapsoluşumuz eskisiyle kıyaslanamayacak şekilde arttı, bununla birlikte umarsızlığımızın, ümitsizliğimizin de haddi yok artık.

Neden peki? Çünkü başımıza gelen her şey için salgını, başkalarını, hayatı, hayat şartlarını suçlamak kolay, suçu kendimizde aramak zor.

Salgından önce Allah’a şükretmeyi, her şey için ona danışmayı, her şeyde onu anmayı zaten en aza indirgemiş hatta zaman zaman bırakmıştık, bu salgınla birlikte değişen bir şey değil. Hatta salgından sonra da fazlasıyla artmış durumda.

Önceden de insanlara Allah için tahammül etmekten beri duruyorduk zaten.

Hayatımızı Allah’ın rızası doğrultusunda şekillendirmekde zaten fazlaca zorumuza gidiyordu.

Kendi isteklerimiz doğrultusunda yiyor, içiyor, harcıyor, tüketiyor, doymak bilmiyorduk.

Fakat hayır, bize sorulsa salgına ve salgın gibi felaketlerin müsebbibi çoktu. Ama kesinlikle müsebbiplerden biri biz olamazdık. Nasıl olabilirdik ki? Bir bizimle mi değişiyordu her şey? Biz kime ne yapmıştık ki?

En güncel tehlikelerden biri olan kuraklık artıyorsa bu, salgının dünyaya yayılışıyla birlikte getirdiği felaket zincirinin bir parçasıydı.

İnsanların psikolojileri altüst olmuştu,

Birbirlerine zulmedenler çoğalmıştı,

Mazlumu unutanların sayısı artıyordu,

Anarşiyi, terörü savunanlar çoğalmıştı… Bunların hepsi diğer insanların kendilerini bilmemesinden kaynaklıydı, cahillik artmıştı sonuçta; aileler de çocuklarını eğitemiyorlardı ya da devlet politikaları insanları bu hale getirmişti, şu asırda yaşamak çok zor değil miydi?

Bahaneler.
Bahaneler.

Üzülerek söylüyorum ki daha öncesinde de Allah’tan uzak, insaniyetten uzak bir hayat yaşamak bizlerin hayat tarzında belirgin bir yere oturmuşken, bahanelerimiz de salgının ortaya çıkışı ile birlikte iyice artış gösterdi. Aynayı kendimize çevirmek, çuvaldızı kendimize batırmak, özeleştiri yapmak işimize gelmiyor.

Çünkü salgın, çok daha önceden içimizde başlamış. Virüs, yani nefsin arzuları ve şeytanın vesveseleri yüreğimizde çoğalmış ama biz bunun önlemini alamamışız. Nefsimize uymak, ona kulak vermek bize daha kolay gelmiş. Dünyalık zevklerimizin dünyamızı elimizden alacağını hesaba katmamız gerekirdi oysaki.

Peki ne yapmalıyız? Zaten sonu belli olmayan bir salgın sürecinin içinde iyice ümitsizleşmişken, bizler ne yapalım da bu sürecin sonunda süreci en az zararla atlatmış olanlardan olalım? Cevap aslında aşikâr: Rabbimize sığınacağız.

Onun bizlere rehber olarak gönderdiği dini yolumuza ışık olarak tutup yürümeye niyet edeceğiz ve bu yolda sebat edebilmek için yine Ondan yardım dileyeceğiz.

Onun bize verdiği bu hayatı en verimli şekilde kullananlardan olacağız. Onun verdiklerinden israfa kaçmayacağız ki buna zaman da dâhil. Zamanımızı bizlere faydalı olan uğraşlarla geçireceğiz, ümidimizi yalnız ve yalnız Rabbimize bağlayacağız.

Yeryüzünde başımıza gelen bütün güzellikler ve felaketler ancak O’nun emriyle gerçekleşir. Bizler yalnız ıstıraplarımızda değil, mutluluğumuzda da Rabbimizi analım ki, Rabbimiz de bizi ansın:

“Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım ve (yalnızca) Bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin.” (Bakara 152)

Kendimizi gözden geçirmek zorundayız. Bu hayatta hiçbir şey boşuna değildir ve boşa harcanamaz, üstünkörü yaşanamaz. İyiliklerden ve güzelliklerden beslenebilmeyi denemeli, kötülüklerden de arınmaya çalışmalıyız. Bu da elbette ki Rabbe dönmekle mümkün olur. Aksi takdirde içimizde, bizleri kuşatmaya başlayan bu salgın bizleri helak eder(Allah korusun.)

Selametle
Dilruba.

Makale Yorumları

  • Zülal31-03-2021 13:22

    Allah razı olsun tespitler çok güzeldi inşallah dediğiniz gibi olur ümmet kurtulur bu karanlıktan

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar